Doğadaki Son Çocuk/ Richard Louv

Doğadaki son Çocuk / Richard Louv
Bu kitabı kitapçıda ilk gördüğümde, “beni al” diye çağırmıştı. Çocuklarla beraber oynadığımız yoga oyunları içinde bir kez doğa konsepti işlemiştim. Oyunda arının aslında korkutucu olmayan, aksine doğaya yararlı bir hayvan olması işlenirken, arının kanatlarına yapışan polenlerin uçuşarak toprağa yeni tohumlar ektiğinden bahsetmiş, dersin sonunda da biriktirdiğim elma çekirdeklerini çocuklarla beraber saksıya ekmiştik. Çocukların elma çekirdeklerinin büyüyüp, elma ağacı olacağını öğrendiklerindeki hayretleri hala gözümün önünden gitmiyor. Sanırım Doğadaki Son Çocuk kitabı bu yüzden benim ilgimi çeken bir kitap olmuştu.

Doğa sakinleştirici, öğretici ve bilgedir. Bizler büyüyen, medenileşen(!), sanayisi gelişen toplumlar bu gerçeği unutmaya başladık. Yazar Richard Louv “Çocukların sağlığı ile yeryüzünün sağlığı, birbirine sıkı sıkıya bağlıdır” derken, çok önemli bir gerçekten bahsediyor.
Çocukların doğa ile kopuşu, onların sağlıklı bireyler oluşunu etkiliyor. Çünkü zamane çocukları sağlıksız yiyecekler ile obezitenin eşiğinde, teknolojik bağımlılıklarla, evlerinde, arkadaşsız, hareketsiz bir şekilde hayat sürmektedir. Çocukların doğa ile zedelenmiş bir bağı var. Halbuki doğa hem enerjisiyle, hem bir çocuğa sunabileceği bilgiler, onun gözlem yeteneğini geliştirebileceği örneklerle gerçek bir öğretmen… Kitap bu konuda çok güzel örnekler ve bilgiler sunuyor. Doğada oynamanın suç haline gelişinden, doğanın yaratıcılığı nasıl beslediğine, bahçelerin ve ev hayvanlarının sağaltıcı gücünden, şehirlerin nasıl doğallaşacağına ilişkin birçok konu ayrıntılarıyla ele alınıyor. Çocukların doğa deneyimlerinden yoksun kalmasının getirdiği fiziksel, zihinsel, ruhsal ve kültürel sorunları anlatıyor.

Amerikalı bir araştırmacı, bir çocuk kuşağının yalnızca iç mekanlarda yetiştirilmenin de ötesinde, küçük yerlere kapatıldığını öne sürüyor. Maryland Üniversitesi’nde hareket bilim profesörü Jane Clark’ın deyimiyle bu ‘kutulanmış çocuklar’ giderek daha fazla araba oturaklarında, mama sandalyelerinde ve hatta tv izlemek için yapılmış bebek oturaklarında zaman geçiriyor. Dışarı çıktıklarında genellikle, yine bir çeşit kutu olan pusetlere konuyor ve yürüyen ya da koşu yapan anne babalar tarafından itilerek hareket ettiriliyor. Çocuk kutulama işlemi büyük ölçüde güvenlik amacıyla yapılıyor olsa da çocukların uzun vadedeki sağlıkları riske atılıyor
Kitabın arkasında ‘yapabileceğiniz 100 şey’ adlı bölümde güzel öneriler bulunuyor. Bu öneriler doğada yapabileceğiniz şeylerin harika bir listesi… Yazar yol gösterici olduğu gibi, sonu odaklı önerileriyle kitabın sadece okunmasını istemeyip, öğrenilenlerin uygulanması için bir harita sunuyor adeta önümüze… Bir cümleyi de burada paylaşmak isterim:”Kötü hava yoktur, yalnızca yanlış kıyafet vardır.” Genelleme yapacak olursak havaya çok bağımlı yaşayan bir toplumuz. Hava koşulları bizim gündelik hayatımızı etkileyen bir etken… Fakat başka milletlerde havanın nasıl olduğu insanların gündelik hayatını bu kadar etkiliyor mudur? Sanmıyorum.

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, 20-30 yıl önce yetişkin hastalıkları olarak bilinen obezite, kalp-damar hastalıkları, yüksek kan basıncı gibi sorunlar artık çocuklarımızda da görülebiliyor! Nedeni açık değil mi? Kapalı mekanlardaki etkinliklere kıyasla çocuklar doğada, açık havada fiziksel olarak çok daha aktiftir. Sınıflarında, ders çalışırken, televizyon ve bilgisayar karşısında yalnızca zihinleri çalışan çocuklarımızın bedenlerini de çalıştırmaya ihtiyaçları var! Spor etkinlikleri bu ihtiyaca ancak bir ölçüde cevap verebiliyor. Norveç’te ve İsveç’te yapılan çalışmalar, doğal alanlarda oynayan okul öncesi çocukların, düz zeminli çocuk bahçelerinde oynayanlara göre denge ve çeviklik testlerinde daha başarılı olduklarını ortaya koyuyor! (Louv 2008).

Çünkü doğa çocuklarımızın duyularını güçlendirir!
Zamanlarının önemli bir kısmını televizyon ve bilgisayar başında geçiren çocuk ve gençlerin duyusal gelişimleri nasıl etkileniyor?
Elektronik ortamlar yalnızca görme ve işitme duyularına (genellikle de fazla şiddetli bir tarzda) seslenir. Oysa doğada olağanüstü manzaraları, çiçekleri, yaban hayvanlarını görmekle, kuşların ve böceklerin uyumlu seslerini, rüzgarın uğultusunu duymakla kalmaz; her adım başı farklı bir çiçeği, bir otu koklar, doğal varlıkları dokunarak hisseder, doğanın nimetlerini tadar, bunların ötesinde bir de sezgilerimizi harekete geçiririz.
Çünkü doğanın birçok zihinsel ve ruhsal rahatsızlığı iyileştirme gücü vardır!
Doğayla temasın, başta dikkat eksikliği-hiperaktivite sendromu olmak üzere, çeşitli zihinsel ve ruhsal rahatsızlıklara karşı olumlu etki gösterdiğine yönelik bilimsel kanıtlar giderek artıyor.
Gerçi bunu hareketli çocuklara sahip ana-babalar kendi deneyimlerinden zaten biliyordu; doğru ya da yanlış bir tanıyla “hiperaktif” denilen çocuklarının doğada ya da parklarda gönlünce koşuşturma imkanı bulduğu zamanlarda daha uyumlu, daha sakin olduğunu görüyorlardı. Ancak bu gözlemlerin bilimsel araştırmalarca doğrulanması (örneğin Kaplan ve Kaplan 1989, Grahn ve arkadaşları 1997, Wells 2000, Taylor, Kuo ve Sullivan 2001) “doğa terapisi”ni giderek daha güçlü bir psikolojik sağaltım seçeneği haline getiriyor.
Bilimsel araştırmalar, doğanın çocukların yaşadığı travmatik olaylara karşı psikolojik koruma sağladığını, onları avuttuğunu da ortaya koyuyor (Wells 2000). Doğayla temas halinde olan çocuklarda yalnız hiperaktivite değil, kaygı bozuklukları, depresyon ve uyum sorunları da daha az görülüyor. Bu tür rahatsızlıklarla doğada yapılan aktivitelerin azlığı arasındaki ilişki o kadar açık ki, bu belirtileri doğa yoksunluğu sendromu olarak tanımlayanlar var! (Louv 2008).
Çünkü doğada olmak çocukların özgüvenini artırır!
Çocuklarımız artık ağaca çıkmıyor! Önüne gelen bir doğal bir engeli; geçişini zorlaştıran bir çalıyı, dik bir kayayı, yolunu kesen bir dereyi aşmak için çaba göstermiyor. Yaşamı boyunca bunları hiç yapmamış bir çocuk ya da bir genç bir kez olsun yaptığında iç dünyasında büyük bir değişiklik olur; kendine ve yaşama güveni artar!
Çünkü doğa çocukların okuldaki başarısını ve uyumunu destekler!
American Institutes for Research’ün 2005’te yaptığı bir araştırma, doğa eğitimi programlarına katılan ilkokul öğrencilerinin fen kavramlarını algılamalarının, şiddetsiz iletişim becerilerinin, problem çözme yeteneklerinin, öğrenme isteklerinin önemli oranda arttığını ortaya koydu. Hotchkiss İlkokulu’nda başlatılan deneyime-dayalı çevre eğitimi programı sonucunda, disiplin olayları iki yılda yüzde 90 oranında azaldı! (Louv 2008).
Çünkü doğa çocuklarımızın yaratıcılığını geliştirir!
Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar, televizyon ve bilgisayar gibi elektronik ortamların tersine, doğadaki etkinliklerin ve serbest oyunların çocukların yaratıcılıklarını geliştirdiğini gösteriyor (Chawla 2002).
Artık çocuğumuzun hayallere dalmasına bile izin vermiyoruz! Eskiden anlatılan masallarla bizler mitolojiyi, fantastik hikayeleri kendi beynimizde, hayallerimizde, gönlümüzce yaşardık. Yeri gelir kahraman olur, yeri gelir doğaüstü güçlere sahip olarak hayatlar kurtarırdık. Peki ya şimdi…! Şimdi Harry Potter tarzı fantastik kurgu filmler çıktı ve hayal kurmamıza gerek kalmadı; artık hayallerimizin filmlerini yapıyorlar. Oysa bizler batı ve doğu mitolojilerinin doğduğu anavatanda yaşıyoruz ama ne bunun farkındayız, ne de bir nebze bile olsa bunları çocuklarımıza yaşatabiliyoruz.

Çünkü doğanın da çocuklara ihtiyacı var!
Doğa koruma konusunda öncü görevler üstlenen kişilerin çocukluk yıllarında doğayla yakın temas içinde olduğu ortaya çıkmıştır (Wells ve Lekies 2006). Demek ki gezegenin doğal mirasını koruyabilmemiz için çocuklarımızın doğayla ilişkisini onarmamız şarttır! Daha basit ifade edelim: Şimdi çocuklarımıza doğa sevgisini kazandıramazsak, yarın doğayı kim koruyacak?
”Doğa; yüce, hırçın ve güzel doğa, sokağın, güvenlikli sitelerin ya da bilgisayar oyunlarının sağlayamayacağı bir şey sunar. Doğa çocuklara kendilerinden çok daha büyük olan bir şey; sonsuzluğu ve sonrasızlığı kolayca tasavvur edebilecekleri bir çevre verir.Bir çocuk, az bulunur açık bir Brooklyn gecesinde bir çatının üstünden yıldızları görerek sonsuzluğu algılayabilir.Doğal bir çevre bir çocuğun üzerinde hem etki gösterir, onu doğrudan ve çabucak insanın evriminin yapıtaşlarına götürür: toprak, su, hava, büyüklü küçüklü diğer akraba formları. Bu deneyimden yoksun kalırsak ‘’yemizi unuturuz, yaşamlarımızın bağlı olduğu büyük örgüyü unuturuz’’ diyor Chawla..
‘‘Dikkatin kendiliğinden harekete geçtiği bir ortam bulunabilirse yönetilen dikkatin dinlenmesine olanak sağlanır. Bu da cazibesi güçlü olan bir ortam demektir.’’Doğadaki cazibe etkeni sağaltıcı bir etkiye sahiptir ve yönetilen dikkat yorgunluğunun giderilmesine yardımcı olur. Kaplan’lara göre doğa, bu tür sağaltıcı yöntemler arasında en etkili olanı olabilir.
”Doğayı ve doğal oyunu çocuktan esirgemek ondan oksijeni esirgemek gibidir.”
”Çocuklarımız artık ne kendi dolaysız deneyimlerinden Doğa’nın Büyük Kitabı’nı okumayı, ne de gezegenin mevsimsel dönüşümleriyle yaratıcı şekilde etkileşime girmeyi öğrenirler. Kullandıkları suyun nereden geldiğini ve nereye gittiğini pek azı biliyor. İnsani kutlamalarımız göklerin büyük ayiniyle uyumlu değil artık.”
WENDELL BERRY
NOT: Burcu Çağlayan Yogalin® Çocukyogası eğitimini almış ve değişik kurumlarda hem çocuk hem de aile yogası dersleri vermiştir. Tübitak yayınlarından olan “Doğadaki Son Çocuk” adlı kitap ile çocukların doğa ile olan ilişkileri hakkında tekrardan düşünmemizi sağlayan bir yazıyı kaleme almış ve ödev olarak hazırlamıştır. Kendisinin izni ile burada sizlerle bu yazıyı paylaşmak istedim, belki biraz da düşünmeye davet de diyebiliriz.

shop image